Yakın Tarih Mahkemesi
Dosya No:1
Şehitlerimizin ve Gazilerimizin
Hukukunu Müdafaa (1)
Adına Anadolu dediğimiz bu vatan, şehitler ve gâziler diyarıdır. Bu vatanın her karışı şehit kanıyla sulandığı gibi, bu vatan topraklarında yetişen yiğitler, üç kıtada onlarca ülkenin topraklarını mübarek kanlarıyla sulamışlardır. Bir yazımızda naklettik, sadece Osmanlı Devletinin sınırlarında bugünkü devletlerden 62’si vardı. Bütün o devletler bu vatanda yetişen bahadırların kılıçlarıyla fethedilmişti.
Lütfen o günleri hatırlayalım. Devlet ve Müslüman halk için en mühim farz, cihad idi. Devletin elinde her an cihada hazırlıklı ordusu vardı. Ancak fiilî cihad mevzubahis olduğunda, yapılan çağrıya gönüllüler de iştirak ederdi. Bu gönüllüler orduya yük değil, bilakis aynen o ordu mensupları gibi her biri mâhir birer muharrip idiler. Zira onlar da çocukluktan itibaren cihad için yetiştirilmekte idi. Ata binmede, ok atmada, kılıç kullanmakta, yakın dövüşte çok mâhir idiler. Bu bakımdan orduya iştirak ettiklerinde, hemen yapıya adepte olmaktaydılar. İşte bu şekilde gönüllü mücahitler ya şehit olmakta, ya da gâzi. Bugün Tuna boylarını, Macaristan ve Avusturya ovalarını, Niğbolu’yu, Kanije’yi, Kosova’yı, Mohaç’ı işte o kahramanların kanları sulamıştır. Bu bakımdan o beldeleri gezerken o şanlı dedelerimizin hatıralarını yâd etmemiz lazım.
Düşünün: Dedeniz size muhteşem bir köşk, binlerce dönüm cennet bahçesini andırır arazi bıraksa, birileri gelip bu mirası hod be hod elinizden almaya kalksa ne yaparsınız? En azından mahkemeye müracaat edip hakkınızı aramaz mısınız? İşte biz de öyle yapacağız. Yüz sene sonra da olsa şehit ve gâzi dedelerimizin hukukunun peşinde olacağız ve o mübarek insanların haklarını talep edeceğiz.
Elimizde 50 küsur yıldan beri kalem var. 2020 yılına gelinceye kadar 120 küsur kitabımız neşrolmuş. On binden fazla makalemiz yayınlanmış. İddia ediyorum, yakın tarih sahasında en çok araştırma yapanlardan biriyim. Dolayısıyla bu dosyayı açmaya hakkım da var, selâhiyetim de… Bunu yapmazsam yarın rûz u mahşerde o kahraman ecdâdın yüzüne nasıl bakacağım?
Bu yazıyı 1 Muharrem 1447’de yazıyorum. Yani hicrî yılbaşında. Küresel güçlerin plan üzerine plan yaptıkları bir zamanda. Onların planlarının odağında ülkemiz var. Mevzubahis olan bizim ve vatanımızın emniyeti, istikbali ve istiklali. Bu bakımdan herkes söyleyeceklerimize, daha doğrusu yazacaklarımıza dikkat kesilmeli.
Bir ülkenin hürriyeti ve istiklali için elbette güçlü orduya ve koruyucu ve caydırıcı silahlara ihtiyaç var. Ancak bu maddî tedbirlerin yanı sıra aslolan mânevî tedbirlerdir. Daha açık ifadeyle, bir ülkenin mânevî temellerinin ne olduğudur.
Biz lafı eğip bükmeden söylüyoruz: Bu ülkenin mânevî temeli, şehid ve gâzi ecdâdımızın uğruna hayatını feda ettiği değerler olmalıdır.
O mübarek ecdadımız bin yıl boyunca hangi değerler uğruna mücadele etti? En son “Kurtuluş Savaşı” dediğimiz savaşta –ki o zamandaki ismi İstiklal Mücahedesi- idi. Cihad aşkıyla cepheye koştu.
Biz ecdâdımızın hukukunu müdafaa ederken gerçek belgeleri konuşturacağız. O belgelerin üzerleri örtülmüş, hüküm vermeyi kolaylaştıracak belgeler tarihi tozlu raflarına kaldırılmış olabilir. Biz açılacak bu tarih mahkemesinde o gerçek bilgileri ve belgeleri gözler önüne sereceğiz. Ta ki ehl-i insaf olanlar, unutturulan, unutturulmak istenen o bilgileri ve belgeleri görsün. O kahraman ecdadın bir zamanlar açmış olduğu o şanlı sayfaların benzerini ve daha muhteşemini açmak için bu dosyanın açılması gerek.
Lütfen, hayalen de olsa, Çanakkale Savaşlarına, Birinci Dünya Savaşında yedi cephede verilen mücadele günlerine ve bilhassa Kurtuluş Savaşı günlerine gidelim. Birazcık ta olsa keyfimizden ferağat edelim. Yediğimiz çeşit çeşit yemekleri şöyle bir tarafa bırakalım da Conk Bayırı’ndaki, Sakarya’daki, Eskişehir’deki Mehmetçiğin karavanasına kaşık çalalım. Onların yırtık postallarını giyelim, onlar gibi kışta kıyamette incecik kıyafetlerimizin olduğunu, ayağımızda ayakkabı olmadığını düşünelim. Buyrun, tarih mahkemesi başlıyor… (15 Ağustos 2025)