Burhan BOZGEYİK

Tarih: 21.04.2025 21:18

Musul nasıl elden gitti?

Facebook Twitter Linked-in

Musul, dünyanın en zengin petrol yataklarının bulunduğu bir belde. Düşünün, günümüzde Türkiye’nin günlük petrol ihtiyacı 650 bin varil. Musul ve Kerkük’ün günlük petrol üretimi 2.750.000 varil. Musul elimizden gidince böylesine bir maddî değer de elimizden gitti. Musul bizimdi. Musul’un da içinde bulunduğu Irak bizimdi. 1514’ten 1918’e kadar tam 404 yıl Osmanlı mülkü olarak kalmıştı. Müthiş hadiseler ve dehşetli oyunlar sonunda onlarca ülke gibi Irak da elimizden gitti. Ne var ki Lozan anlaşması olduğunda dahi Musul meselesi muallakta idi. İngiltere ile aramızdaki bir mesele idi. Peki nasıl oldu da Musul elimizden gitti? Kitaplar dolusu bir mevzuu “Ârif olana bir işaret yeter!” diyerek iki makale ile özetlemeye çalışacağız.

Musul ve Kerkük bölgesinde zengin petrol yatakları çıkınca İngiltere gözünü bu topraklara dikmişti. Hindistan’ı ele geçiren İngiltere, gözünü Hindistan yolu üzerindeki Mısır, Kıbrıs ve Irak’a dikmişti.

 

İngiltere’nin siyasetini adım adım takip eden Sultan II. Abdülhamid Han, İslam birliği siyasetinin bir alameti olmak üzere “Hicaz Demiryollarını” inşa ettirmeye başlamıştı. Bunun için şahsî servetini kullanıyordu. Proje çok büyüktü, çok külfetliydi. İstanbul Haydarpaşa’dan Medine-i Münevvere’ye kadar uzanan 2000 kilometrelik bir hatta dağlar delinecek, onlarca istasyonlar yapılacaktı. Proje için tahviller çıkarıldı. İslam beldelerinden on binlerce insan bu tahvillerden aldı. Böylece proje 1908’de tamamlandı ve hat Medine’ye ulaştı. Bu muazzam proje ile hem hacılar rahatça seyahat edecek, hem alternatif bir ipek yolu olacak hem de muhtemel bir savaş durumunda cephelere lojistik destek sağlayacak, petrol yataklarına göz dikmiş olan İngiltere’nin planlarını akim bırakacaktı.

Musul petrolleri, ilk defa Osmanlı hâkimiyeti zamanında çalıştırılmaya başlanmıştı. Almanlar ve İngilizler Osmanlılardan Musul petrollerinin imtiyaz hakkını almaya çalışıyorlardı. Sultan Abdülhamid bunların kötü niyetini biliyordu. Sultan Abdülhamid, İngiltere’ye karşı Almanları yanına çekmek için Bağdat Demiryolu imtiyazını Almanlara verdi. Dört sene sonra da 1890 yılında, petrol bölgesinin düşman eline geçmemesi için tedbiri aldı. Bu tarihte bir “irade-i seniyye” ile Musul petrol sahasını “Memâlik-i şâhâne” olarak ilan etti. Bu karar, İngiltere ve Almanya’nın heveslerini kursaklarında bıraktı.

 

Sultan Abdülhamid zamanında Mabeyn Başkatipliği yapan Tahsin Paşa, 1931 yılında basılan “Abdülhamid ve Yıldız Hatıraları” isimli kitapta, Sultan’ın siyaseti için şunları kaydediyor: “Sultan Hamid’in siyaset-i hâriciyede mesleği (tuttuğu yol) şu idi: Rusya’yı idare etmek, İngiltere ile asla mesele çıkarmamak, Almanya’ya istinat etmek, Avusturya’nın gözünün Makedonya’da olduğunu unutmamak, diğer devletlerle mümkün mertebe hoş geçinmek, Balkanları birbirine karıştırıp Bulgarlar ve Sırplar ve Yunanlılar arasında nifak ve ihtilaf çıkarmak.” (a.g.e., s. 62)

 Sultan II. Abdülhamid, siyaset dâhisi idi. Ancak baş rakibi olan İngiltere, şeytana pabucunu ters giydirecek bir siyaset ustasıydı. İngiltere tıpkı aç kurt gibi gözünü Osmanlı mülküne dikmişti. Filistin’i alıp Yahudilere verecekti. Musul ve Kerkük’ü alıp petrolü işletecekti. Bunun için önündeki engellerden biri olan Abdülhamid’i devirmesi gerekti. Elde ettiği Jön Türkler aracılığıyla bunu başardı. 31 Mart 1908 darbesi ile Sultan Abdülhamid’i devirip idareyi dolaylı olarak ele aldı. Bu darbede bir taşla iki kuş vurmak, hilafet müessesesini de ortadan kaldırmak istemiş, ancak bu planı tutmamıştı. Şimdi sıra Musul-Kerkük petrollerinde idi. Bunun için de en büyük engel, bu bölgelerin Sultan Abdülhamid’in şahsî mülkü olması idi. Abdülhamid yoktu, ancak ortada TBMM hükümeti vardı. Lozan’daki en mühim konulardan biri Musul-Kerkük idi. Lozan’a giden heyet üyelerinden biri olan Dr. Rıza Nur, yazdığı hatıratında Lozan’da neler olduğunu şöyle anlatmaktadır: “İlk içtima İngiliz Hariciye Vekili Lord Gürzon, Fransız Başvekili Fuvarkare ve İtalyan Başvekili Mussoli’nin huzuru ile yapıldı. Müzakereler ‘Leman Gölü’ sahilinde (Uşi) eski bir şato ve şimdi otel olan tarihî bir binada devam etti. Binanın adı Uşi Şatosu (Château d’Ouchhy)’dur. 

“Bizde ne hazırlık var, ne dosya var; hiçbir şey yok. Lord Gürzon gibi birtakım resmî diplomatlar burada. Hem bunların mükemmel dosyaları vardır. Ne yapacağız? Heyeti vekile bize giderken bir içtimada avuç içi kadar bir kâğıda sığışan bir talimat verdi. Mustafa Kemal, İsmet ile beni bir tarafa çekti, dedi ki: ‘Esaslarınız budur. Baktınız ki, hatta Trakya’yı alamıyorsunuz, sözlerinden dönüyorlar, uğraşmayın, terk edip sulhü yapın, hatta icap ederse İstanbul’dan da vazgeçmek lazımdır. Musul için hiç uğraşmayın.” (Dr. Rıza Nur. Hayat ve Hatıratım. C. 3. s. 982)


 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —