MİSAFİR KALEM

Tarih: 14.05.2025 21:09

FAZİLET SIRALAMASI

Facebook Twitter Linked-in

Fazilet Sıralaması

Bütün Ehl-i Sünnet âlimlerine göre, âhirzamanın büyük Mehdi’si (ra), sahabe ve "Hulefâ-i Râşidîn" olan dört halifeden sonra manen ve vazife bakımından, Resûl-i Ekrem dahil, üçüncü sıradadır.
“Fakat külli fazilet imamlarındır. Hem tarikat şahlarının bir kısmı müçtehidlerdendir. Onun için, umum müçtehidin aktabdan daha efdaldir denilmez. Fakat Eimme-i Erbaa, sahabeden ve Mehdi'den sonra en efdalleridir, denilir.” (Bediüzzaman, Mektubat, 23. Mektub, 3. Sual)

Bir soruya verdiği cevapta asır müceddidi olan Said Nursî, bunları bütün âlimler adına söylemektedir. Şunu belirtiyor ki: Bütün ümmeti ilgilendiren meseleler noktasında asıl fazilet, tarikat başları ve kutuplarına nispetle, mezhep imamları olan İmam-ı Âzam Ebû Hanife, İmam Şâfiî, İmam Ahmed bin Hanbel ve İmam Mâlik’e aittir. Tarikatların asıl kurucuları, eğer içtihat eden birer âlim iseler, onlar da bu sınıftan sayılır.
Bundan dolayı, hüküm çıkaran âlimler hakkında “bütün kutuplardan daha faziletlidir” denilemez. Fakat dört mezhep imamı, sahabe ve Mehdi'den sonra en faziletliler arasında yer alır, denilir.

Peki, sahabe kimdir? Mezhepler hangi ihtiyaçtan doğmuştur?

Sahabe kelimesi, bazı dilbilimciler tarafından “sahabet” mastarından türetilmiş kabul edilmiştir. Risale-i Nur’un “dava içinde bürhan” diye buyurduğu, “İslam davasının sahipleri” anlamında anlayanlar da olmuştur elbet.
“Sahabe veya ashâb, Arapça kökenli bir sözcük olup, ‘yoldaşlar, arkadaşlar’ anlamındadır. Sâhib (Arapça: صاحب) ve sahâbî kelimelerinin çoğuludur.”
Wikipedia’daki bu izahattan da anlaşıldığı gibi, “sohbet” kökünden gelen kelimenin bir başka açıklaması da şudur:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın sohbetidir. Bu sohbet öyle bir iksirdir ki, ona bir dakika mazhar olan bir kimse, ehl-i tasavvufun senelerce seyr ü sülûkla elde edebileceği feyze ve hakikat nurlarına mazhar olabilir. Nasıl ki bir sultanın hizmetkârı, o sultana tâbi olarak öyle bir mertebeye çıkar ki, bir şah çıkamaz.
‘İşte şu sırdandır ki, en büyük velîler sahabe derecesine çıkamıyor.’

Ashab’ın sohbeti, Peygamber’in nübüvvet şahsiyetiyle yapılan bir sohbettir. Bu sohbetin yüceliği şu misalle anlaşılabilir: Kızını diri diri gömecek kalp katılığına sahip bir bedevî adam, bir saatlik nebevî bir sohbetten sonra karıncaya ayağını basamayacak bir ruh inceliği kazanıyor; câhil ve vahşî bir adam, bir günlük bir sohbetten sonra Çin ve Hind gibi memleketlere gidip, o medenî kavimlere muallim ve rehber oluyordu.
Bu hususu Lem’ât’ta şöyle nazmetmiştir:

> “Bir nazar-ı Peygamber
Birdenbire kalb eder
Bir bedevî-i câhilî
Bir ârif-i münevver
Eğer mîzan istersen
İslâm’dan evvel Ömer
İslâm’dan sonra Ömer”

 

Bu “inkılâb-ı azîm”den sonra sahabe kelimesi “el” ilavesiyle hususîleşmiş ve “es-sahabetü’l-kirâm” olmuştur.
“Sahabeler, ekseriyet-i mutlak itibarıyla kemâlât-ı insâniyenin en a’lâ mertebesindedirler.” (27. Söz’ün Zeyli) Çünkü onlar, büyük İslâm inkılâbına şahit olup bizzat onu yaşadılar. İslâm inkılâbı, hayır ve hakkı bütün güzellikleriyle ortaya çıkarmış, şer ve bâtılı da bütün çirkinlikleriyle gözler önüne sermiştir.

Bu iki zıt kutup öylesine belirgin hâle gelmiştir ki, hayrı ve hakkı iltizam eden birinin, şerre ve bâtıla meyletmesi mümkün değildir. Çünkü sıdk ile kizbin (doğruluk ile yalanın) arasındaki mesafe; iman ile küfür, Cennet ile Cehennem arasındaki mesafe kadar uzaktır. (Muhakemât, s. 132; Barla Lâhikası, s. 155; Hutbe-i Şâmiye, s. 48-49)

Sahabe-i Kirâm’ın, Fahr-i Âlem ve “Şeref-i Benî Âdem” olan Resûl-i Kibriyâ Efendimiz’i (aleyhissalâtü vesselâm) sağlığında mümin olarak gören ya da yine mümin olarak onun (asm) tarafından bir defa da olsa görülmek demek olduğunu tekrarlayalım.

Sahabe-i Kirâm hazerâtı (radıyallâhu anhüm ecmaîn) üzerinde bu kadar durmamın sebeplerinden en mühimine işaret edenlerden biri de merhum Necip Fazıl’dır:
“Tek istikamet Kâbe;
Ve tek örnek sahabe…
Böyle yükseldi sütun,
Böyle kuruldu kubbe.” (Meydan Şiiri)

Celâleddîn-i Suyûtî (ra) gibi zatlar, Yüce Resûl’ü (asm) mânâ âleminde yetmişten fazla müşahede ettikleri hâlde sahabe olamamışlardır.

“İşte şu sırdandır ki, en büyük velîler sahâbe derecesine çıkamıyorlar. Hattâ Celâleddîn-i Süyûtî gibi, uyanıkken çok defa sohbet-i nebeviyeye mazhar olan velîler, Resûl-i Ekrem (asm) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine sahâbeye yetişemiyorlar.” (Sözler, 27. Söz, Zeyil)

Buyuran Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “ehl-i sünnet ve’l-cemaat”ın mühim bir düsturunu beyan ediyor.

Veya tam tersi bir hâl ile, ona muhabbetinden yayan yapıldak çöllere düşüp Yemen’den Medine’ye kadar kızgın kumları arşınlayarak “mahal-i maksûd”una varan ama Habîbullah’ı (asm) göremeyen Üveysel Karanî (ra), Asr-ı Saâdet’te yaşadığı hâlde – Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle – “ehl-i hak olan ehl-i sünnet ve’l-cemaat” âlimlerinin icmâı ile sahabe mertebesine ulaşamamıştır.

Mehmet Nuri Bingöl


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —