CESARET HUZUR KAÇIRIR(!)
"Güzeli bilen biri yanlışa, kötüye ve çirkine tahammül edemez..." der, Dücane Cündioğlu.
Karakter hayat gibidir, tasarruf edilemez.
Yâ gereğini yapar doğru olan şekilde yansıtır, sarf edersiniz ya da israf. Bunun ortası yoktur.
Bunun dışına çıkmaya çalıştığınızda iç huzursuzluk ve bunun sonucunda karakterden ödün vermek kaçınılmazdır. Bu da zaten israfın katmerlisidir.
Önceki yazımızda kaldığımız yerden devam edelim..
Temel yaradılış kodlarımızda içgüdüsel olarak bize öğretilenlerin dışına çıkma güdüsü mevcuttur. İnsan, önceki neslin maddesel ve ruhsal aktarımlarının gerçekliği içerisinde; içinde bulunduğu fiziksel, sosyal, psikolojik, coğrafi ve benzeri her türlü sınırı zorlama güdüsüyle hayatını devam ettiren bir varlıktır. Yetişkinliğe, olgunluğa; fakat kabiliyetle olgunlaşmaya, yenilikleri keşfetme merakına düşen insanlar bu gün kullandığımız veyahut yarınlarda kullanacağımız yöntemlerin yeniliklerin kâşifi olarak hayatlarımızda yer edinirler.
Bu insanların taşıdığı keşfetme yönü insanın temel kodlarında olan risk alma güdüsünün bir yansımasıdır.
Risk alıp harekete geçen, cesaret ile korka korka hareket eden bir varlık olarak, insanın bilmesi gereken bir nokta var: “Cesaret insana çok önemli bir şey için verildi. Bu da insanın konfor alanından çıkmasını sağlamak!” Konfor sadece rahat olduğumuz alan değildir. Konfor; konumu, sınırı, verdiği ve razı olunan hazzı belli olan deneyimlenmiş rutinsel işaretlerin tümüdür. Oto pilot ağırlıklı olarak dürtüsel beyin katmanlarının hükümranlığı altında olduğu için de eğer üzerinde kafa yormazsak, o rutin alışkanlıkların pençesinden (bağımlılıkların esaretinden) çıkamayız.
Zihnimizin, konfor alanından uzaklaştığımız anda tehlikeye düşmüş algısı ile bizi frenlemesi, sahte korkular ile bizi frenlemesi olumlu yönde ilerlememizi durduracak ve yaralı da olsa önceki deneyimlere sarılmamıza neden olacaktır. Hayatta kalmaya çalışan aşırı geçmişe ve aşırı geleceğe giden yerinde duramayan, bir amaca bağlanamayan, yalpalayan bir ruh haline bürünmek kaçınılmaz olacaktır. Bu da otomatik olarak stresi üretecektir.

Zira zihin, düşünce sürecinde de stres yaşayabilme potansiyelinde yaratılmıştır. Hayat meşgalesinde, stres; sadece eylemlerimize yansıyan olumsuzluklar olarak kalmayacaktır. İçsel hasarlar olarak, bizlerde düşünsel bozuklukları da tetikleyecektir.
Mücadeleden kaçan bireylerin, dış dünyaya verdiği sahte mutluluk paylaşımları kendini olduğundan farklı gösterme çabaları, çaresizce kendilerini kandırma denemesinden başka bir şey değildir. Kendini kandırmakta, eylem fıtrat uyumsuzluğunun bir yansımasıdır. Zira fıtrat onarımı seçer. Yenilenmeyi, arınmayı, öze yakışanı uygulamayı tercih eder. Aksi durumda kendi sahte mutluluk fanusunda yaşayan insanın; kendi eliyle imar ettiği böyle bir dünyada sağlıklı bir ilerleyişe ulaşması mümkün değildir.
Hayat dediğimiz şey tercihlerimiz ile kaderin bize uygun gördüklerinin kısmi sonuçlarının bizlere gösterildiği şeydir.
Doğarken ölümle nişanlandık; fakat ölümle aramıza sahte duvarlar örer olduk. Ölmeyecekmiş gibi hesap vermeyecekmiş gibi mazeretler üretip önce kendimizin sonra ötekilerin haklarına girdik. Ya hareketsiz kaldık ya da ukbaya dair hayalsiz yaşadık.
Oysa hareketin çekim enerjisi vardır prensibince aktif mücadelenin orta yerinde dengede olmak bizlerin en büyük kurtarıcısıydı.
Denge insanı diye tabir edilen bireylerin her daim hayatla, kaderle bilinçli bağlarının olduğunu görmüşsünüzdür. Bu bilinçli bağlar, hayalleri beslerken aslında bireyi diri tutan, umutlu kılan klavuza dönüşür. Hayallerinin, umutlarının peşinde bilinçli yolculuk yapanlar, yeni deneyimlere yelken açmaktan çekinmezler. Zira heyecan harekete geçirir, hareket yeni deneyimi doğurur. Yeni deneyim ise insan zihninin yeni meşguliyetler ile diri kalmasını sağlar ki bu da insanı sağlıklı kılar.
Yanılsama, hataya düşme hatta ölüm gibi temel fıtri kodlarımızda yazılan gerçekliklere yüz çevirmek için araya sahte uzaklıklar koymaktansa, tüm bunları baştacı edip ilerlemek sağlıklı bir ruh halinin işaretidir.
Yoksa, konfor içinde yetiştirilen bağlamlar, zorluk içindeki gerçekliğe perde yapılsa da hakikat her daim tezahür eder de hem dünyada hem ukbada utanır insan.
Sonuç olarak inanç kodlarımız, insanı sürekli bir cehd/mücadele içinde olmaya davet eder; bu mücadele sadece dış düşmanlara karşı değil, aynı zamanda nefsin içsel engellerine karşı da verilen bir mücadeledir. Ruhsal açıdan ise, bu içsel engellerin bilişsel ve duygusal mekanizmalarını anlamamıza yardımcı olur. Her iki perspektif de, konfor alanının cazibesine karşı uyanık olmayı, cesareti bir araç olarak kullanarak yeni deneyimlere açık olmayı ve böylece potansiyelimizi tam olarak gerçekleştirmeyi öğütler. Unutmamalıyız ki, gerçek büyüme ve anlamlı bir yaşam, çoğu zaman konfor alanımızın ötesinde, bilinmeyenin davetinde saklıdır.
Mahcup olmadan bu dünyadan geçebilmek ve ötelerde kazananlardan olabilmek duasıyla.
Cevâhir AYDIN – Küçük Dünyam