Asıl Gayemiz İ’lâyi Kelimetullah
Sosyal medyada yazdığımız kısa bir not üzerine yüzlerce tanıdıktan telefon ve mesaj geldi. O hesabımıza gelen yorumları da okumuşsunuzdur. Bunun üzerine bu açıklamayı yapmak şart oldu.
Gazetedeki beyefendiler gelen tepkiler üzerine “yazıları koyduk” diyorlar ve bir kere daha doğruları söylemiyorlar. Açın gazetenin sayfasını, yazarlar kısmında resmim var mı? Yok! Peki yazılarım var mı? Yok! Sadece google’dan çıkan 160 yazım var. Benim beş bin küsur yazım nerde? Haa Beyefendiler benim yazılarımı yok edebildiler mi? Benim yazılarımı yüzlerce haber sitesi paylaşmış. Açın bunları görürsünüz.
Milli Gazete gariban insanların verdiği paralarla, hanımların bileziklerini, altınlarını vermesiyle kurulmuş bir müessesedir. Merhum Erbakan Hoca gazeteye maddi destek olsun diye dünyanın en gelişmiş matbaa tesisini kurmuştu. Peki bu müessese layıkı vechile idare ediliyor mu? Bunun cevabını da işin en başında olanlar versin.
Şimdi muhatabım Ömer Yüksel Özek ve Ercan Özcan’ın da üzerinde olan zevat-ı Âliyeye: Lütfen bu iki isme sorun, benim yazılarımı okumuşlar mı? Peki benim yazımı okudularsa, o yazsının sahibine bu muamele nasıl yapılır?
Bu iki isimle olan son diyalogları anlatayım. 20 ay telif alamayınca yirmi ayın sonunda Ömer Efendiye vatsaptan şu kısa mesajı yazdım: “Yoksa muhasebede FETÖCÜ mü var” O da bu mesajımı muhasebeye göndermiş. Aynı gün muhasebeden bana Vatsap mesajı geldi: “Teşekkkür ederiz” diye. Ben bu mesajı anlamamazlığa geldim ve 4 Temmuz Cuma yazısını gönderdim. Yazıyı koymadılar. Durumu anladım. Camia rahatsız olmasın diye sesimi çıkarmadım. Ta ki dün bütün yazılarım silininceye kadar… Şimdi âkil insanlara soruyorum: 32 yıllık emeğin karşılığı böyle mi olmalıydı?
Gelelim Ercan Özcan’a: Bu isim üç defa beni aradı ve fırçaladı. Dördüncü defa arasaydı onun Antep Usulü laflarla ağzının payını verecektim. Peki bu adam ne diyor? Yazılarım gazetede çıktıktan sonra sosyal medya hesaplarımdan paylaşmaktaydım. Niçin böyle yapıyormuşum. Gazeteye tiraj kaybettiriyormuşum… Yahu dünyanın her yerinde yazarlar kendi hesaplarından yazıyı paylaşır. Bu nasıl zihniyettir…
Bu isimler çok kişinin canını yaktı. Yaptıkları ortada. Âkil insanlar hâlâ bu insanları işbaşında tutarlarsa kendileri bilir.
Gelelim asıl meseleye. Bu satırların yazarının hiçbir siyasi parti ile bir bağı ve bağlantısı yoktur. Yeni Asya’da yazarken siyasî iktidarların doğrularını destekler, yanlışlarına karşı çıkardım. Süleyman Demirel İslam Birliğine karşı çıkınca ona da açıkça karşı çıktım ve doğru bildiklerimi söyledim.
Bir tek gayem var: İ’la-yı Kelimetullah. Bakın Hz. Ömer (ra) büyüğümüzün idaresi altında bugün Türkiye’nin yirmi misli genişliğinde toprak fethedilmişti. Bu fethedilen yerlerde 750 büyük şehir vardı. 750 de yeni şehir kurulmuştu. Fatih Sultan Mehmed Ceddimiz 15 yıl 25 devletle savaşmış, hepsini mağlup etmişti. O şerefli günlere dönmek için Kur’anımızın ve Sünnet-i Seniyyenin rehberliğinde kendimizi çok iyi yetiştirmemiz gerek. Bizim yazılarımız hep bu istikamette idi. Okuyanlar bilir. Yoksa günlük siyaset üzerine günde on yazı yazabilirdim. Ancak ne elde edecektik?
Bizim gayemiz Fatih Sultan Mehmed, Selahaddin Eyyubi, Tarık bin Ziyad gibi yiğit insanlar yetişmesi, İslam Birliğinin sağlanması. Bu gayeler karşısında yukarda yazdıklarımız ne kadar basit kalıyor değil mi?
Ömer Bey ve Ercan bey; özür dileyip dilememek, maddi haklarımı verip vermemek, 32 yıllık emeğin karşılığı olarak gazetede bir teşekkür yazısı koyup koymamak, bütün yazılarımı yazarlar kısmına tekrar koyup koymamak size kalmış. Benim artık hiç umurumda değil. Ben hayatım boyuca zulme, haksızlığa ve zalimlere boyun eğmemişim. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” emrini rehber edinmişim. Rabbim ömür ve imkan verdiği takdirde yazmaya devam edeceğim inşallah. Hiç kimseye de minnetim yoktur. “Hasbunallah ve ni’me’l vekil…”